PİR SULTAN ABDAL
Pir Sultan Abdal, yedi ulu Alevi ozanından birisidir.Kişiliğiyle, sanatıyla, direnişiyle günümüzde de güncelliğini ve haklılığını korumaya devam ediyor.
Pir Sultan Abdal’ın asıl ismi Haydar’dır. Soyu Yemen’den olup oradan Hoy’a yerleştikleri Anadolu’ya göçle beraber Sivas Yıldızeli Banaz yaylasına yerleştiği belirtilmektedir. Kesin doğum ve şahadet tarihi bilinmemekle beraber 1500’lü yıllarda yaşadığı varsayılmaktadır. Pir Sultan Abdal’ın en büyük özelliği ne pahasına olursa olsun inandığı değerlerden zerre kadar taviz vermemesidir. Pir Sultan Abdal’ın günümüzde de oldukça popüler olan şiirlerinden anlaşıldığı üzere, Pir Sultan komple bir insandır. O salt bir şair değil, aynı zamanda halkın önderi, sözcüsü olarak siyasi bir kişiliktir de. Nitekim bunu bilen Osmanlı devleti, Pir Sultan’a mevki makam sunmuş bunda başarılı olamayınca Pir Sultan’ı idam ettirmiştir. Osmanlı devleti onu idam edip yok edeyim derken Pir Sultan Abdal daha da ölümsüzleşti.
Pir Sultan Abdal, şiirlerinde genellikle Alevi davasına ve ulularına olan bağlılığını işlemiştir. Bunların başında da Hz. Muhammed, Hz. Ali, On iki İmamlar, Hacı Bektaşi Veli gelmektedir. Pir Sultan kendi çağının acılarına ancak direnişle son verileceğini coşkulu bir şekilde şiirlerinde dile getirmiştir. Pir Sultan Abdal’ın yaşadığı 1500’lü yıllarda Anadolu da Osmanlı zulmü vardı. Osmanlı devleti halkı ağır vergilere bağlıyor olmadık baskılar uyguluyordu. Bu baskıların sonucu sürekli isyanlar, başkaldırılar gelişiyordu. Gelişen başkaldırılar anlı-şanlı Osmanlı imparatorluğunu sarsıyordu. Osmanlı imparatorluğunun yöneticileri sadece isyan edenleri değil, bir baştan bir başa tüm halkı kılıçtan geçirip, kanlı saltanatlarını sürdürüyorlardı. İşte Pir Sultan Abdal böylesi koşulların ağır olduğu bir dönemde Anadolu’yu karış karış gezerek bir muhalefet hareketi geliştiriyor ve halkı sömürücü düzene karşı direnmeye çağırıyordu. Pir Sultan Abdal’ın çağrısı salt Aleviler için değil, Osmanlının sömürge düzeninden rahatsız olan herkeseydi. Pir Sultan’ın en büyük propaganda malzemesi Alevi öğretisindeki eşitliği, paylaşmacılığı dile getirdiği şiirleriydi. Pir Sultan Abdal Alevi öğretisi hakkında muazzam bir bilgi birikimine sahipti. Bu bilgisini şiirlerine yansıtıyor, bir ‘yol’ insanı olarak inancının gereklerini yerine getiriyordu. Bilindiği gibi Alevi inancının en belirgin özelliklerinden biriside, ne pahasına olursa olsun haksızlığa, sömürüye, zalimin zulmüne karşı olmaktır. Pir Sultan bu ilkeyi sonuna kadar savundu ve sonunda da Osmanlı devletinin Sivas paşası Hızır (Hınzır) tarafından astırılarak ilkeleri uğruna şehit edildi.
Pir Sultan Abdal, Alevi toplumunun yetiştirdiği en büyük kahramanlardan biridir. Pir Sultan Abdal eylemiyle, sanatıyla bir çığır açmıştır. Anadolu da Pir Sultanlar geleneğini başlatmıştır. Bu gelenek onurlu, erdemli insan olma geleneğidir. Bu gelenek ve yarattığı değerler, evrensel anlamda bütün insanlık için bir şereftir.
Pir Sultan'ın Yaşadığı Dönem: Tanık Olduğu ve İçinde Yaşadığı Alevi Halk Hareketleri
Celaleddin Ulusoy'un getirdiği yaklaşımla Kalender Çelebi'ye bağlandığında, Pir Sultan'ın yaşadığı dönem, yukarıda değindiğimiz birinci görüşte ileri sürülen dönemle, yani 2. Bayezid (1483-1512), 1. Selim (1512-1520) ve Kanuni Süleyman (1520-1566) zamanlarıyla denk düşebiliyor.
Bunun yanısıra, İlhan Başgöz'ün, Düzmece Şah İsmail'in (1577-8) “Pir Sultan'ın beklediği Şah” olduğuna tarihsel kanıt olarak gösterdiği dörtlüğe göz atalım:
Pir Sultan Abdal'ım dost çiresine
Arzumanım kaldı Şah cilvesine
60 ile 73'ün arasına
Özümü irfana koşamam m'ola
İlhan Başgöz, rakamları Hicri 960 (1552-53) ve Hicri 973 (1565-6) tarihleri olarak yorumlayıp, “bu yıllar arasında, özünü irfana koşmak isteyen Pir Sultan yaşamaktadır” diyor. (S. Eyuboğlu, agy, s. 55) Hangi gerekçe ile bu rakamları tarih kabul ettiği açık değil.
Neden Pir Sultan Abdal, 60 ile 73 yaşları arasında özünü irfana koşmuş olmasın? Demek ki ömrünün bu dönemi, onun olgunlaştığı ve çağının bilgilerine ulaşıp onları özümsediği dönemdir. Bizce bu şiiri Pir Sultan 73 yaşlarındayken yazmış olmalıdır. Belki de Hızır Paşa'nın zindanlarında, ömrünün son zamanlarında yazmıştır. Böyle olunca onun 1475-80 arasında doğmuş olabileceği ortaya çıkıyor.
Bu tarihi esas aldığımızda, “Pir Sultan'ın zamanında, yaşadığı çevrede herhangi bir halk hareketi olmamış ve kendisi de böyle bir harekete katılmamıştır” diyenlerin (bu iddia sahipleri için bkz. Baki Öz: Osmanlı'da Alevi Ayaklanmaları, s. 191) niyetlerinin karanlık olduğu görülür. Çünkü Pir Sultan Abdal, bu tarihe göre, 30 yaşlarından itibaren, idam edilinceye kadar en az on Alevi halk hareketi yaşadı. Büyük kırımlar ve kanla bastırılmış onca ayaklanmaya, Çaldıran savaşı (1514) öncesi ve sonrasında, yüzbinlerin öldürüldüğü toplu Kızılbaş kırımlarına tanık oldu. İran savaşları sırasında (1548-55) Kanuni'nin Kızılbaş kırımından yakasını kurtaramadı.
Pir Sultan Abdal'ın yaşamış ve tanık olduğu bu halk hareketlerinden bazılarına değinelim:
1. 1509-11 yılları arasında iki yıl süren Şah Kulu Sultan ayaklanması: Bu, Şah İsmail Safevi'yi dayanak alıp başlayan, ama kısa zamanda bağımsız gelişerek, Anadolu ve Rumeli'yi saran ve doğrudan siyasal iktidara yönelik bir Alevi halk hareketiydi. Yenilgiden yenilgiye uğrayan Osmanlı kuvvetleri, ancak Vezir Hadım Ali Paşa'nın yönetiminde Sivas yakınlarında Gedikhan'da yapılan savaşta Şah Kulu'nu öldürerek ayaklanmayı bastırabildiler. 1511 Haziran'ında yapılan bu savaşta Ali Paşa da öldü. Şahkulu Sultan'ın ölümüyle halk birlikleri dağıldı, 15 bin kadarı İran'a geçti. Şah İsmail daha başlardayken, bu hareketten desteğini çekmiş sudan bahanelerle birçoğunu katletti...
2. Nur Ali Halife ayaklanması: 1512 yılında Tokat, Amasya, Yozgat ve Çorum yörelerindeki Alevi kitleler tarafından gerçekleştirildi. Nur Ali, Şah İsmail'in halifelerindendi. Tokat'da Şah İsmail adına hutbe okuttu. Şehzade Ahmed'in (Yavuz Selim'in kardeşi) isyanı bastırmakla görevlendirdiği Sinan Paşa'yı iki bin askeriyle öldürüp, Sivas'ı kuşattı. Şehzade Ahmed'in oğlu Murat Kızılbaş olmuş ve Nur Ali Halife'yle işbirliğine girmişti. Nur Ali, emrinde 10 bin kişilik kuvvet bulunan Murat'la Kazova'da birleşti. Aynı yılın yazında Erzincan yakınlarında Göksu'da yapılan savaşta Nur Ali Halife birlikleri Osmanlı ordusuna yenildi. Bıyıklı Mehmed Paşa, Nur Ali'nin başıyla birlikte 600 isyancı Kızılbaşın kellesini Yavuz'a İstanbul'a gönderdi. Doğrusu ise, F. Sümer'in yazdığı gibi, Nur Ali Halife kurtulup Erzincan'a döndü. Kendisi 1514 Çaldıran savaşında Şah İsmail'in kumandanlarından biri olarak görev yapmıştır. (Faruk Sümer: Safevi Devletinin Kuruluşu, s. 35-36) Şah İsmail, kendisi adına başkaldıran Nur Ali Halife’yi de desteksiz bırakmıştı. Bununla da kalmıyarak Çaldıran savaşının başında, Osmanlı ordusunun özelliklerini çok iyi tanıyan Diyarbakır valisiyle birlikte Nur Ali’nin de savaş planlarını kabul etmemiştir. Kızılbaş ordusunun Çaldıran’da yenilmesinin birinci nedeni Şah İsmail’in ateşli silahlar kullanmayışıysa, ikinci önemli neden bu çok değerli iki Kızılbaş önderinin savaş taktiklerini reddetmesidir.
Çaldıran öncesi ve sonrası iki yıl içerisinde Anadolu'da Büyük Kızılbaş Kırımları gerçekleştirildi. Osmanlı'yla Safevi devleti arasında 1514 yılında yapılan Çaldıran savaşı, Anadolu Kızılbaşları için bir dönüm noktasıydı. Bu büyük yenilgiyle Şah İsmail’den umutlar kesildi.
Bütün bu olaylardan, o sırada otuzunu aşmış bulunan Pir Sultan uzak mı kalmıştır? Hayır, tersine tamamıyla içinde bulunuyor ve kendisi Anadolu Kızılbaş siyasetinin öncülerindendi.
3. Bozoklu Celal, 1517 yılı ortalarında, Yavuz Selim'in Mısır seferi sırasında ayaklandı. Amasya ve Tokat bölgelerinin Alevi Türkmenlerini başına toplamıştı. Bozoklu Celal eyleminin tabanının oluşturan 20 bini aşkın yoksul halk ve köylüler, iki yıla yakın süre Osmanlı'ya karşı mücadele verdiler. Ferhad Paşa liderliğinde ordunun üstlerine yürümesi karşısında Bozoklu Celal ve yandaşları Turhal, Zile, Artova ve Sivas üzerinden İran'a yöneldiler. Ancak sonunda Erzincan'da Celal yakalanıp kafası kesildi ve Yavuz'a gönderildi.
4. Şah Veli ayaklanması: 1519'da Yozgat'ta başladı. Şah Veli, Bozoklu Şah Celal'ın talibiydi. Çevresinde toplanan 4 binden fazla insanla Celal'ın öcünü aldı. Zile'de Sivas beylerbeyi Şadi Paşa'yı savaşa zorlayarak, birliklerini dağıttı. Çarpışmalarda Sivas defterdarı öldürüldü ve Şadi Paşa yaralandı. Bu olayla Şah Veli büyük ün kazandı. Öyle ki bir Osmanlı tarihyazıcısı, sonradan onun “Şah İsmail Safevi'in bile adını unutturduğunu” yazacaktır. Şah Veli’nin kuvvetleri, aynı yılın ortalarına doğru, Kızılırmak üzerindeki Şahruh köprüsü yakınlarında Osmanlının Husrev Paşa’sına ve büyük bir Alevi katliamı daha yapıldı.
5. Süklün ve Baba Zünnun ayaklanmaları da Alevi Türkmenlerin yoğun olduğu Bozok'da (Yozgat) çıkmış, Tokat, Sivas, Amasya, Maraş, Adana, Tarsus ve İçel yörelerine kadar yayılmıştır. Osmanlı'nın ağır baskıya dayanan toprak-vergi-köylü siyaseti, Aleviler ve Alevilik inancına horbakışı, Alevileri “mülhid, rafızi (dinsiz, sapık)” olarak nitelemesi ve hakaretin ötesinde Aleviliği “ağır suç” kapsamında görmesi, ayaklanmaların ana nedenleriydi.
Türkmen oymaklarından Süklün aşiretinin Koca Dede'sine devlet memurlarının yaptığı hakaret (hiç bıçak vurmadığı sakalının, bıyığının zorla kestirilmesi), Alevi Türkmenlerin geniş tepkisine yol açan bir kıvılcım oldu. Yoksul halkın başa geçirdiği Baba Zünnun'un 1525'lerde başlattığı ayaklanma, hızla gelişip yayıldı ve 1527'ye kadar sürdü. Ayaklanma sırasında Bozok sancak beyi Mustafa bey, İlyazıcısı Kadı Muslihüddin öldürüldüler. Sancak beyinin Kanuni'nin halasının oğlu olması, İstanbul'da geniş yankı uyandırmış ve isyanı bastırmak üzere Hurrem Paşa görevlendirilmişti.
Baba Zünnuncu Alevi yığınlar, Kayseri yakınlarında Hurrem Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetlerini perişan ettiler. Hurrem Paşa, İçel sancak beyi Ali bey, Kayseri valisi Behram bey ve daha birçok zeamet ve timar sahibi beyler öldürüldü. Bu başarılarıyla taraftarları artan Baba Zünnun ise Artova ve Kazova'ya doğru ilerleyerek, Alevi köylü yığınlarının kaynağına yöneldi.
Osmanlı yönetimi bu kez Rumeli beylerbeyi Hüseyin Paşa'yı, Sivas beylerbeyi Hasan Paşa'yı ve Maraş beyi Mahmut'u isyanı bastırmakla görevlendirdi. Hüseyin Paşa tüm eyalet askerleriyle Zünnun'un üzerine yürüdü. Höyüklü'deki kanlı çarpışmalarda, Baba Zünnun'un kendisi ve yandaşlarından çok ölenler oldu, ama Aleviler Osmanlı ordusuna pes etmediler. Dağlara çekilip toparlandılar. Vakit geçirmeden yeniden Osmanlı güçlerine saldırıp onları dağıttılar ve Hüseyin Paşa öldürüldü.
Baba Zünnuncu Alevi Türkmenler, daha sonra, güneyden gelen Diyarbakır beylerbeyi Hüsrev Paşa'nın Kürt birlikleri tarafından dağıtıldılar.
Aynı yıllar içinde, Atmaca ayaklanması, babasının öldürülmesiyle oymağının başına geçen Zünnunoğlu; Maraş, Adana, Tarsus-İçel hattında Tonuzoğlu ve Yenice Bey, yine Adana'da Veli Halife, Seydi Bey ve İnciryemez Alevi kökenli halk ayaklanmaları, aynı zincirin halkalarıydı ve resmi tarihin “Yükselme Devri” adını verdiği Kanuni Süleyman'ın “Cihan İmparatorluğu'nu” temelinden sarsıyorlardı
PİR SULTAN ABDAL’IN YETİŞTİĞİ TOPLUMSAL DÜZEN
Gülağ Öz
Anadolu Selçuklu döneminde, her türlü toplumsal baskıya, ağır vergi Moğol istilasına karşın dinsel anlamda bir hoşgörü yaşanırdı. Bunun kaynağı Horasan Erenleri olarak bilinen Alevi bilginlerinin, Anadolu’ya yerleşmesiyle oluşan bir hareketin sonucudur. 1239’da Konya Selçuklu Sultam Gıyasettin Keyhüsrev’e karşı yapılan Babailer Ayaklanmasının, dinsel bir ayaklanma olmayıp, Sultan ile Veziri Saadettin Köpek’in ülkeyi yaşanamaz duruma sokmaları, hele hele Türkmenler’e karşı Acem kökenlilerini devlet yönetiminde tutup, halka baskı yapmalarından kaynaklanmaktadır. baba İshak adlı bir Eren’in örgütlediği hareket toplumsal bir halk hareketidir. Her ne kadar resmi tarihler bunun dini bir ayaklanma olduğunu yazsa da, güvenilir kaynaklar bu ayaklanmanın temelini de ekonomik etkenler olduğunu açık bir biçimde belirtmektedir.
Dinsel hoşgörünün kaynağı, Anadolu Dedeleri (Erenler)nin bütün Türk topraklarına dağılarak kurdukları tekkelerde verilen eğitimin sonucudur. Hacı Bektaş Veli, Baba İlyas, Geyikli Baba, Barak Baba, Saltuk Baba, Mevlana Celalettin Rumi hümanist düşüncenin temsilcileriydı. Osmanlı Devleti kuruluşunun temelinde yatan bu felsefe küçük bir beylikken, kısa sürede genişleyerek, hem Türkler hem de Anadolu’nun yerli halkları tarafından benimsenen bir devlet olmasının özünü, bu Anadolu Erenlerinin yarattığı kültür oluşturmaktadır. Alevi Ereni olan Edebali’nin kızıyla evlenen Sultan Osman, bu birikimin özünü çok iyi biliyordu. Osmanlı devleti gelişip fetihler arttıkça egemen sınıf, ağırlığının hızıla artırıyordu. Sınır beyleri, feodal beyler ortaya çıktıkça, halkın benimsediği Erenler felsefesiyle çelişki de kendini gösteriyordu. Osmanlı Sultanları, Yavuz’dan önce her ne kadar feodal beylerle birlikte hareket etse de bu felsefenin direk savunucusuydular. Hatta 11. Murat’ın Bektaşi olduğunu dair tarihler gizleyememektedir. 15 12’de babasını katlederek iktidar erkini eline geçiren Yavuz Sultan Selim, feodal beylerle hızlı bir işbirliğine girdi. Mısır’ın fethi sırasında Halifelik sanını da, eline geçirince, Anadolu’da oluşan, hoşgörüyü ve hümanizmi içinde barındıran Alevi düşüncesiyle doğal olarak aralarında çelişki oluştu. Feodal beyler, bu felsefeye sıcak bakmıyorlardı. Bunun tersi de beklenemezdi. devlet yapısında oluşan Arap ve Acem egemenliği, Türkmen ve Türkleri ister istemez dışlıyordu. Yine bir Türk hükümdarı olan Safevi Devleti’nin Sultan’ı Şah Ismail’in Bektaşi ve Alevi felsefesine yatkınlığı, Arap ve Acem dili yerine Türkçe’yi resmi dil olarak benimsemesi, Anadolu’daki halk arasında bir sıcaklık yaratıyordu. Bunun farkında olan egemen güç ve Halife Sultan Yavuz Selim, Anadolu için büyük bir tehlike olarak gördüğü Şah İsmail’i yok etmeliydi. Bunun için de Anadolu’da Şah İsmail yanlısı olarak düşündüğü Alevi Türkmenlerinden kimi kaynaklara göre doksan bin, kimi kaynaklara göre de altmış bin kişiyi katletmişti. Aynı zamandla iyi bir Türk şairi de olan Şah Ismail’in şiirleri, Yavuz Selim’in askerleri arasında ezbere okunur olmuştu. Yavuz Selim’in bu yokediş harekatı, bütün Anadolu topraklarında uzun süreli olarak devam etti. Şeyhülislam’ın fetvalarının artık ardı arkası kesilmez olmuştu. nerde bir Alevi var, orada ölüm fermanları dolaşır olmuştu. Osmanlı devleti artık bu gidişten geri dönemezdi. Çünkü egemen sınıfın resmi ideolojisi durumuna giren Sünni anlayış Alevi düşüncesiyle ters düşüyordu. Bunun böyle oluşmasını egemen feodal beyler istiyordu. Çıkarları bunu gerektirmekteydi.
Kentlerden hızla uzaklaşan bu kesim, dağlık ormanlık bölgelerde yaşamlarını güçlükle sürdürmekteydi. Sünni düşünceyi benimseyen köylülerde bu sömürülmüşlükten,ezilmişlikten payını alıyordu. Dolayısıyla tümüyle ezilen, asker edilen, vergilendirilen kesim Alevisiyle, Sünnisiyle Anadolu halkıydı. Bıçak kemiğe dayanan bu halk devletin baskısına karşı adım adım uyanıyordu. Sürekli isyan halinde olan bu Anadolu köylüsü bitip tükenmek bilmeyen, tarihte Celali İsyanı olarak geçen, Celali ayaklanmalarının başından sonuna bir uzantısıydı. Bu ayaklanmaların dinsellikten çok uzak, tamameu ekonomik koşulların çekilmezliğine karşı bir başkaldırıdan başka bir şey değildi. Bu ayaklanmaların nedeni Celali önderlerinden Kalenderoğlu Mehmet şöyle dile getiriyordu: “Osman ogulları mütegalibedir. Bunlar aleme cevr-i cefayi ziyade kıldılar. Bıçak kemiğe dayandı. Yeter dedik bu düzene, nice dilaverlerle el ele verdik Kısmet olursa Üsküdar’dan gerisini Osmanlı ya haram edecegiz, kısmet onlardan yana çıkarsa, nidelim, ettiklerimizin dillere destan olması yeter.
Feodal beylerin, zorbalarından Osmanlı valisi Hızır paşa’ya Pir Sultan Abdal şöyle yanıt vermektedir:
Yürü bire Hızır paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
Bir gün o da devrilir
Sivas’ın dağlık bir köyü olan Banaz’da doğup büyüyen Pir Sultan Abdal; yaşamı süresince Osmanlı’nın baskısını yaşamış, halkın ezilmişliğine, coplandığına, ürettiğinin üçte ikisini’ vergi diye kadı ve mollalara gittiğine tanık olmuş, uzun süre halkın bu zorbalıktan nasıl kurtulması gerektiğinin bilincini kafasında oluşturmuştur. Onun başkaldırı ve halkı zulme karşı ayaklanmaya iten şiirleri kısa sürede Anadolu halkı arasında yayıldı.
Gelin canlar birlik olalım
Münkire kılıç çalalım
Yoksulun hakkın alalım
Tevekeltü tealallah
diyerek yoksulları bir araya toplaması, Onlara önderlik etmesi, Istanbul’da oturan Sultan ve Anadolu’daki uzantılarını rahatsaz ediyordu. Pir Sultan Abdal’ın varlığı daha çok menfaatını köylülerden sağlayan, kent yöneticilerini harekete geçirdi. Nasıl olur da ayağı çanklı bir köylü, beylere ve Halife Sultan!a dil uzatır, halkı isyana çağırırdı. Pir Sultan Abdal, halkı başkaldırıya hazırlarken, Anadolu’yu ve yurdunu Sultan’dan daha fazla düşünüyordu. Düşünüyordu ki halkı ve ülkesinin huzuru ve mutluluğu uğruna canını vermekten kaçınmıyordu. Sabahattin Eyuboğlu onun yurtseverliğini şu sözlerle dile getiriyor “Pir Sultan, şeyh Bedrettin gibi, ondan daha da fazla, yurdunu, yıırdunun taşına, toprağına, elden halkına ölesiye bağlıdır. çağında Arap ve Acem hegomanyasına karşı olduğu şiirlerinin diliyle bellidir.
Resmi tarihimiz onu halkına karşı isyancı olarak tanıtmakta, yabancılarla işbirliği içinde göstermektedirler. Oysa farkında olmasada günlük TV ve radyolardan Pir Sultan türkülerini okumadan geçemezler.geçilemiyor da. İhanet konusunda yine Sabahattin Eyuboğlu şunları söylemektedlr:
“Halka ihanet etmiş bir padişah, Padişaha ihanet etmiş bir şairden daha az mı suçludur?” diyerek Pir Sultan Abdal’ın gerçek kimliğini ortaya koymaktadır.
Halkı uğruna asılmış Pir Sultan Abdal’ı, Sivas meydanında tüm Osmanlı beyleri, Paşaları, zaptiyeleri, mollaları, kadıları ve Pir’in halkı izlemişlerdir. Onun öldüğüne tanık olunmasını herkes görmelidir. Görmeli ki Pir Sultan dinlemez, onları bir daha isyana sürükleyemez. Aynı gün asıldığını gözlemleyen halk, onun öldüğüne inanmamış, elinde sazı, ayağında çarığı, sırtında heybesiyle yolculuk yaparken gördüklerini dilden dile anlatmışlar.
Ben Musa’yım sen Firavun
lkrarsız şeytan-ı lain
Üçüncü ölmem bu hain
Pir Sultan ölür dirilir
İşte onu asanların korkulu rüyası budur. Pir Sultan’ın ölüsü bile zorbaların Iıuzurunu kaçırmaktadır. Pir Sultan’ı korkutan, yıldıran hiç bir şey yoktur. İnancı uğruna ölümü seçmesinin ötesinde ne vardır ki zaten. 0 gücünü halkından, halkının ezilmişliğinden almaktadır. Yoksa ilahi bir güç ona ilham ve kuvvet vermemektedir. 0, herşeyin özünün insanda olduğunu bilmektedir.
Pir Sultan Abdal’ım şunda
Çok keramet var insanda
Bu keramet, onun önderliğine güvence vermektedir. Bu büyük ozan, bütün şiirlerinde işlediği, yol göstericilik, kurtuluş, boyun eğmeme, mızmızlanmama, teslim olmama, yağ çekmemedir. Söyledlikleni her şiir, dağdan coşarak akan bir sel gibidir. Bendinde durmadan taşar. Hedefine tökezleme yoktur. Pir Sultan, salt kavgacı da değildir. İyi bir rençberdir, üretim yapan köylünün öküzünü düşünecek kadar da alçak gönüllüdür.
Öküzün damını alçacık yapın
Yaş koman altına kuruluk serpin
Koşumdan koşuma gözlerin öpün
Rençberler hoşça görün öküzü
Bir sevgilinin insanca değerlendirilmesini, ona yaklaşımı da işlemekte geri durmamıştır.
Al yanaktan kırmızı gül dererken
Felek beni nazlı yardan ayırdı
öleceğine de inanmaktadır. Ama zalimin elinden değil doğanın yasasının bir sonucuyla kara toprak olacağının hesabını da unutmaz.
Şu meydanda serilidir postumuz
Çok şükür Mevlaya gördük dostumuz
Birgün kara toprak bürür üstüıııüz
Çürütür hey behli dilber çürütür
16.yüzyılda Pir Sultan Abdal’ı Sivas meydanında astılar. Pir Sultan bir daha türküsünü söylemesin istediler.
20.yüzyıl, hem de son çeyreği. Sivas meydanında bir kalabalık, onbinler toplandı yine. bu kez Pir Sultan’ın türküsünü söylediler hep bir ağızdan. Sivas’ın bir Valisi de var bu ‘türkücülerin arasında. Sivas her zaman Hızır Paşa banındıramaz ya.
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, geçen yıl 1992 Haziranında Banaz’a onbinler topladı, şenlik için. Banaz’dan Pir Sultan’a göndermeler yapıldı. Yeniden yaşatıldı burada.
Arzuladım size geldim
Hünkar Hacı Bektaş Veli
Eiğgine yüzler sürdüm
Hünkar Hacı Bektaş Veli
Pir elinden dolu içtim
Doğdum elinize düştüm
Ak cenneti gördüm geçtim
Hünkr Hacı Bektaş Veli
Güvercin donunda duran
Cümle eksiklikler bitiren
Beş Taşı şahit getiren
Hünkıar Hacı Bektaş Veli
Kırk Budak’ta şem’a’yanar
Dolusun içenler kanar
Aşıklar sema döner
Hüna2r Hacı Bektaş Veli
Bahçende gördüm gülünü
Erenler sürsün demini
İmam Rıza’nın torunu
Hünkar Hacı Bektaş Veli
Balım Sultan er köçeği
Keser kılıncı bıçağı
Cümle erenler gerçeği
Hünkar Hacı Bektaş Veli
Pir Sultan ‘ım gerçek veli
Erenlerden çekmem eli
Oniki İmaının .seıveri
Hünkıar Hacı Bektaş Veli
16. Pir Sultan Abdal'dan Seçme Şiirler
1. Derleyen: ismail Kaygusuz
Koyun beni Hak aşkına yanayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Yolumdan dönüp mahrum mu kalayım
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Benim pirim gayet ulu kişidir
Yediler ulusu Kırklar eşidir
On İki İmamın server başıdır
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kemend işte boynum asarsa
İşte hançer işte boynum keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Ulu mahşer olur divan kurulur
Suçlu suçsuz gelir anda derilir
Piri olmayanlar anda dirilir
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Pir Sultan'ım arşa çıkar ünümüz
O da bizim ulumuzdur pirimiz
Hakka teslim olsun garip canımız
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
2.
Yas u matem günü derdim yeniler
Yarin sesi kulağımda çınılar
Sordum ki dağlara niçin iniler
Dedi çekticeğim karın elinden
Alnıma yazılmış kara yazılar
İtikattır talip pirin arzular
Sordum ki çamlara neden sızılar
Dedi çekticeğim pürün elinden
Varup Hakkın divanına durursun
Pervan olup aşk oduna yanarsun
Sordum degirmene ne hoş dönersin
Dedi çekticeğim perin elinden
Varup bir pir ile pazar edersin
Oturup da ikrarını güdersin
Sordum garip bülbül niçin ötersin
Dedi çekticeğim harın elinden
Serçeşmeden gelir suyun durusu
Nasibimiz verir pirin birisi
Dedim Pir Sultan'ım benzin sarısı
Dedi çekticeğim yarin elinden.
3.
Gelmiş iken bir habercik sorayım
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın
Gerçek erenlere yüzler süreyim
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın
Alçağında al kırmızı taşın var
Yükseğinde turnaların sesi var
Ben de bilmem ne talihsiz başım var
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın
Benim şahım al kırmızı bürünür
Dost yüzün görmeyen düşman bilinir
Yücesinden Şah'ın ili görünür
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın
El ettiler turnalarla kazlara
Dağlar yeşillendi döndü yazlara
Çiğdemler takınsın söyle kızlara
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın
Şah'ın bahçesinde gonca gül biter
Anda garip garip bülbüller öter
Bunda ayrılık var ölümden beter
Niçin gitmez Yıldız Dağı dumanın
Ben de bildim şu dağların şahısın
Gerçek erenlerin nazargahısın
Abdal Pir Sultan'ın nazargahısın
Niçin gitmez Yıldız dağı dumanın
4.
Ben de şu dünyaya geldim sakinim
Kalsın benim davam divana kalsın
Muhammed Ali'dir benim vekilim
Kalsın benim davam divana kalsın
Yorulan yorulsun ben yorulmazam
Derviş makamından ben ayrılmazam
Dünya kadısından ben sorulmazam
Kalsın benim davam divana kalsın
Ben de vekil ettim Bari Hüda'mı
O da kulu gibi zulüm ede mi
Orda söyletirler bir bir adamı
Kalsın benim davam divana kalsın
Mümin müslüm döşürür de cem olur
Anda sınık yaralara em olur
Kara taş erir de safi dem olur
Kalsın benim davam divana kalsın
Pir Sultan Abdal'ım dünya kovandır
Giden adil beyler kalan ihvandır
Muhammed divanı ulu divandır
Kalsın benim davam divana kalsın
5.
Şu yalan dünyaya geldim giderim
Gönül senden özge yar bulamadım
Yaralandım al kanlara bulandım
Gönül senden özge yar bulamadım
Güzel olan neyler altın akçayı
Arif olan düzer türlü bohçayı
Vücudunda seyreyledim bahçeyi
Dosta el değmedik nar bulamadım
Güzellerin zülfü destedir deste
Erenler Hak için oturmuş posta
Bir zaman sağ gezdim bir zaman hasta
Hasta halin nedir der bulamadım
Felek kırdı benim kolum kanadım
Baykuş gibi viranlarda tünedim
Bugün üç güzelin nabzın sınadım
Can feda yoluna der bulamadım
Felek benim kurulu yayım yastı
Her köşe başında yolumu kesti
Keskin kadeh ile dolumdan içti
Yandı yüreciğim kar bulamadım
Pir Sultan Abdal'ım dağlar ben olsam
Üstü mor sümbüllü bağlar ben olsam
Alem çiçek olsa arı ben olsam
Dost dilinden tatlı bal bulamadım
6.
Çıkıp gökyüzünde sökün eyleyen
Şam'da Kul Yusuf'u görmeye geldim
Eğildim turaba yüzümü sürdüm
Hakkın divanına durmaya geldim
Nurdan kuşak kuşattılar belime
Hak Muhammed Ali geldi dilime
İnem gidem imamların yoluna
Yusuf'tan bir haber almaya geldim
Hani benim hırka ile postlarım
Men tutimi bir kafeste beslerim
Yüküm lal-ü gevher müşter'isterim
Alan kardeşlere satmaya geldim
Yapusu var usul ile yapulu
Hocası var kapusunda tapulu
Bir şar gördüm üç yüz altmış kapulu
Kimin açıp kimin örtmeye geldim
Pir Sultan Abdal'ım dünyadan göçtü
İdris peygamber de donunu biçti
Suyu suya köpr'eyledi kim geçti
Yusuf'tan bir haber almaya geldim
7.
Kur'an yazılırken arş-ı Rahman'da
Kudret katibinin elinde idim
Güller açılırken kevn ü mekânda
Bülbül idim gonca gülünde idim
Evvel Cebrail'in ilk kelamında
Kırklar meclisinde aşk meydanında
Muhammed Ali'nin sır kelamında
Nihan söyleşirken dilinde idim
Kırklar arş üstünde kurdular cemi
Muhabbet halk olup sürdüler demi
Balçıktan yarattı Allah Ademi
Ben ol vakit anın belinde idim
Yunus'un deryaya daldığı zaman
Kırk gündüz kırk gece kaldığı zaman
Ali zülfikarı çaldığı zaman
Hayber kalesinde kolunda idim
Pir Sultan'ım içtim aşkın dolusun
Makadir bilmeze vermem yarısın
Bir kuşa seksen bin şehrin kapısın
Tayin verilirken yanında idim
8.
Uyur idik uyardılar
Diriye saydılar bizi
Koyun olduk ses anladık
Sürüye saydılar bizi
Halımızı hal eyledik
Yolumuzu yol eyledik
Her çiçekten bal eyledik
Arıya saydılar bizi
Hak divanına dizildik
Aşk defterine yazıldık
Bal olduk şerbet ezildik
Doluya saydılar bizi
Pir Sultan Abdal'ım şunda
Çok keramet var insanda
O cihanda bu cihanda
Ali'ye saydılar bizi
9.
Bir nefescik söylüyeyim
Dinlemezsen neyleyeyim
Aşk deryasın boylayayım
Ummana dalmaya geldim
Aşk harmanında savruldum
Hem elendim hem yoğruldum
Kazana girdim kavruldum
Meydana yenmeğe geldim
Ben Hakkın edna kuluyum
Kem damarlardan beriyim
Ayn-i Cem'in bülbülüyüm
Meydana ötmeye geldim
Ben Hak ile oldum aşna
Kalmadı gönlümde nesne
Pervaneyim ateşine
Şemine yanmağa geldim
Pir Sultan'ım yeryüzünde
Var mıdır noksan sözümde
Eksiğim kendi özümde
Dârına durmağa geldim
10.
Gafil kaldır gönlündeki gümanı
Bu mülkün sahibi Ali değil mi
Yaratmıştır on sekiz bin alemi
Irızgını veren Ali değil mi
Gelin vazgeçelim böyle gümandan
Vallahi çıkarız dinden imandan
Şefaat umariz On'ki İmam'dan
Anların atası Ali değil mi
Yarattı Mülcem'i o da oldu düşman
Kasdetti Ali'ye son oldu püşman
Kangı kitapta gördün Ömer Osman
Kur'an-da okunan Ali değil mi
Binbir adı vardır birisi Hızır
Her nerde çağırsam orada hazır
Ali'm padişahtır Muhammed vezir
Bu fermanı yazan Ali değil mi
Pir Sultan Abdal'am ben bir fukara
Acep bulunur mu derdime çare
Yüzü kara nasıl varam huzura
Divanda oturan Ali değil mi
11.
Alçakta yüksekte yatan erenler
Mürvetiniz yok mu aldı dert beni
Başım alıp hangi yere gideyim
Gittiğim yerlerde buldu dert beni
Oturup benimle ibadet kıldı
Yalan söyledi de yüzüme güldü
Yalın kılıç olup üstüme geldi
Çaldı bölük bölük böldü dert beni
Üstümüzden gelen boran kış gibi
Yavru şahin pençesinde kuş gibi
Seher çağı bir korkulu düş gibi
Çağırta çağırta aldı dert beni
Abdal Pir Sultan'ım gönlüm hastadır
Kimseye diyemem gönlüm yastadır
Bilmem deli oldu bilmem ustadır
Şöyle bir savdaya saldı dert beni
12.
Bu kanlı zalımın ettiği işler
Garip bülbül gibi zareler beni
Yağmur gibi yağar başıma taşlar
Dostun bir fiskesi paralar beni
Dar günümde dost düşmanım belloldu
On derdim var ise şimdi elloldu
Ecel fermanı boynuma takıldı
Gerek asa gerek vuralar beni
Pir Sultan Abdal'ım can göğe ağmaz
Haktan emrolmazsa ırahmet yağmaz
Şu ellerin taşı hiç bana değmez
İlle dostun gülü yaralar beni
13.
Hak nasib eylese dergâha varsam
Daim divanında dursam ya Ali
Eğilsem payine niyaz eylesem
Yüzüm tabanına sürsem ya Ali
Yüzüm tabanına sürdüğüm zaman
Kalmadı kalbimde zerrece güman
Kâfire Zülfikar çaldığın zaman
Önünce Kanber'in olsam ya Ali
Kanber gibi hizmetine yeldirsen
Bir dem ağlatsan da bir dem güldürsen
Çeküp Zülfikar'ı beni öldürsen
Kesmem eteğinden elim ya Ali
Hiç çekem mi eteğinden elimi
Hak katında kabul kıldım ölümü
Erler doğru sürün Ali yolunu
Mümince kulların görsem ya Ali
Mümin olan neresinden bellidir
Haklı söyler nefesinden bellidir
Erenlerin cemi gonca güllüdür
Tomurcuk güllerin dersem ya Ali
Mümin olan müslimini getürse
Hakikatı Hak cemine yetürse
Dizi dize verüp irfan otursa
Doyunca didarın görsem ya Ali
Pir Sultan'ım niyaz eyle pirine
İnan gel Muhammed Ali yoluna
Bu divanda girem kalbin evine
Yarın fırsat elden gider ya Ali
14.
Ben gayrı nesne bilmezem
Allah bir Muhammed Ali
Özümü gayra salmazam
Allah bir Muhammed Ali
Bir mum yanar bir şişede
Bülbül eğlenmez meşede
Yedi iklim dört köşede
Allah bir Muhammed Ali
İki kuş gördüm yuvada
Döner muallak havada
Dağda deryada ovada
Allah bir Muhammed Ali
Yaktıcağım bir çıraktır
Bindiceğim bir buraktır
Yerden göğe bir direktir
Allah bir Muhammed Ali
Pir Sultan'ım bu bir sırdır
Sırrını saklayan erdir
Ay da sırdır gün de sırdır
Allah bir Muhammed Ali
15.
Arzuladım size geldim
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Eşiğine yüzüm sürdüm
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Pir elinden dolu içtim
Doğdum elinize düştüm
Ak cenneti gördüm geçtim
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Rehber aradım aradan
Cümle alemi yaradan
Beş taşlı şahit getiren
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Güvercin donunda durur
Cümle eksikler yetürür
Beş taşlı şanit getüren
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Âşıkların semah döner
Kırk budakta şem'a yanar
Dolusun içenler kanar
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Bahçende gördüm gülünü
Erenler sürsün demini
İmam Rıza'nın torunu
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Balım Sultan er köçeği
Keser kılıcı bıçağı
Erenlerin bal çiçeği
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Pir Sultan'ım gerçek Veli
Erenlerden çekmez eli
On İki İmam'ın yolu
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
16.
Bu dünyanın evvelini sorarsan
Allah bir Muhammed Ali'dir Ali
Sen bu yolun sahibini ararsan
Allah bir Muhammed Ali'dir Ali
Tahtını terketti İbrahim Edhem
Süleyman Nebiye verildi hatem
Her kulun alnına yazıldı sitem
Allah bir Muhammed Ali'dir Ali
Erenler öldürür yoldan şaşanı
İhlas ile kaldırtırlar düşeni
Tarikatta her kişinin nişanı
Erenler katında bellidir belli
Erenler elinden dolu içildi
Ol saadette kil ü kal'den geçildi
Firdevsi alâ'da güller açıldı
Cennet-i alâ'nın gülidir güli
Pir Sultan Abdal'ım ummana daldı
Yenemedi kendin engine saldı
Hakıpayinize yüz süregeldi
Erenlerin kemter kuludur kuli
17.
Kocabaşlı koca kadı
Sende hiç din iman var mı
Haramı helalı yedi
Sende hiç din iman var mı
Fetva verir yalan yulan
Domuz gubu baga dolan
Sırtına vururum palan
Senin gibi hayvan var mı
İman eder amel etmez
Hakkın buyruğuna gitmez
Kadılar yaş yere yatmaz
Hiç böyle bir şeytan var mı
Pir Sultan'ım zatlarımız
Gerçektir şöhretlerimiz
Haram yemez itlerimiz
Bu sözümde ziyan var mı
18.
Kahpe felek sana n'ettim neyledim
Aksine döndürdün çark-ı devranı
Hani n'oldu esk'adalet eski gün
Perişan eyledin cümle cihanı
Dayanılmaz âşıkların derdine
Akıl yetmez ezberine virdine
Nakes konmak ister cömert yurduna
Tilki kovdu ülkesinden arslanı
Anca bu yaraya dayandı Eyyub
Huda'nın cefasın safaya sayıp
Cahiller kamile sen bilmen deyip
Anın için kaybettiler irfanı
Pir Sultan'ım niye geldin cihana
Kusur senin imiş etme bahane
Evvel kullar yalvarırdı sultana
Şimdi minnetç'ettin kula sultanı
19.
Gözleyi gözleyi gözüm dört oldu
Ali'm ne yatarsın günlerin geldi
Korular kalmadı kara yurd oldu
Ali'm ne yatarsın dar günün geldi
Sancak gele Kazova'ya dikile
Münafık başına taşlar döküle
Mümin olanlar da Hakka çekile
Ali'm ne yatarsın günlerin geldi
Kızılırmak gibi bendinden boşan
Hama'dan Mardin'den, Sivas'a döşen
Düldül eğerlendi Zülfikar kuşan
Ali'm ne yatarsın günlerin geldi
Sene tekmil olduğunu bildiler
Yezid lain gömleğini giydiler
Kasdeyleyüb imamlara kıydılar
Ali'm ne yatarsın günlerin geldi
Abdal Pir Sultan'ım bu sözüm haktır
Vallahi sözümün hatası yoktur
Şimdiki sofunun yezidi çoktur
Ali'm ne yatarsın günlerin geldi
20.
Gelin yiyelim içelim
Bu güzellik geçer birgün
Alem yaran yaran olmuş
Ali'm sırrın açar olmuş
Yeyip yediren bir adem
Eksik etmez bari Hüdam
Gök ekini misal adem
Anı eken biçer bir gün
Yeyip yedirmesi hoşdur
Dayan kahpe yürek taşır
Can dedikleri bir kuştur
Kuş kafesten uçar bir gün
Ağaçlarda yeşil yaprak
Bastığımız kara toprak
Yer altında kefen yırtmak
Boyumuzdan geçer bir gün
Pir Sultan'ım düşümüzde
Uzak değil karşımızda
Baykuş mezar taşımızda
Dertli dertli öter bir gün
21.
Yel esti mi aşka gelir sallanır
Mart ayında yeşillenir ağaçlar
Kıpkırmızı donlar giyer allanır
Hu dost çağırır sallanır ağaçlar
Çiçek açar domur domur dal verir
Kimi uzar birbirine el verir
Kimi meyva verir kimi gül verir
Kuşlar üstünde dillenir ağaçlar
Yazbaharda bahçe ile bağ ile
Kaba çamın gürlemesi dal ile
Koç yiğidin eğlenmesi yar ile
Muhabbet eder eğlenir ağaçlar
Pir Sultan Abdal’ım Hatayi şahım
Adem için ne halk etmiş Allah’ım
Güz gelince salar yaprağın dalın
Vakti geldimi sulanır ağaçlar
22.
Hızır Paşa’nın zulmü var ise
Ne yapayım benim de bir ahım var
Senin tuğlu padişaın var ise
Benim arkam kal’em bir Allahım var
Şol icra Tanrısı yatmaz uyumaz
Kimsenin hakkını kimsede komaz
Hünkâr sağır olmuş ünümü duymaz
Masumlar boğdurur padişahım var
Gönül verdim ikrar verdim Hayder’e
Geçmem beni etseler pare pare
İrafizi deye çektiler dare
Acab benim bunda ne günahım var
Pir Sultan Abdal’ım yedullahımız
Batına hükmeder padişahımız
Sahib çıkar miskin kul (a) Allahımız
Şefaat edecek güzel şahım var
23.
Birlik makamında bir güzel gördüm
Leblerinin şekeri var kandi var
Âşıkı çok imiş aradım sordum
Nice bencileyin derdimendi var
Cemali geliyor hayalde düşte
Canım asumanda kandilde düşte
Uzakta yakında yepinde pişte
Her nereye baksam Ali'm kendi var
Gâh bahçeye girer gülden görünür
Gâh mana söyleşir dilden görünür
Gâh gönül evinde mihman görünür
Âşıkına türlü türlü fendi var
Şükür olsun bu sevdaya ulaştım
Muhabbet bağını gezdim dolaştım
On İki İmam'ın cemine düştüm
Şimdi boynumuzda aşk kemendi var
Pir Sultan'ım sever böyle dilberi
Bu cümle Cihanın yekta gevheri
Kahrın lutfun çeker ise gel beri
Sevdiğimin nerde bir menendi var
24.
Viran bahçelerde bülbül öter mi
Gönül eğlencesi gül olmayınca
Merhemsiz yaralar unar biter mi
Bir gerçek Veliden el olmayınca
Nefse uyan Hakka uymuş değildir
Gaziler namazın kılmış değildir
Bu gezen abdallar derviş değildir
Arkasında hırka şal olmayınca
Tabib olmayınca yaram sarılmaz
Mürşid olmayınca Pire varılmaz
Yüzbin asker olsa yezid kovulmaz
Eli Zülfikar'lı Al (i) olmayınca
Bu aşk meydanında bir divan olur
O meydana düşen nevcivan olur
İtikatsız talib boş kovan olur
Vızılar arısı bal olmayınca
Değme arif bunu böyle bilemez
Bilir ama yine arif olamaz
Her mürşid ölüyü diri kılamaz
Hünkâr Hacı Bektaş Vel (i) olmayınca
İki melek gelir sual sorarlar
Döker de hurcunu gevher ararlar
Bir kılın üstüne köprü kurarlar
Geçemezsin Hakka kul olmayınca
Pir Sultan'ım baştan dalga aşırır
Bu aşkın doluşu aşka düşürür
Her bildiğin rehber çiğ mi pişirir
Yanıp ateşlere kül olmayınca
25.
Çeke çeke ben bu dertten ölürüm
Seversen Ali'yi değme yaram
Ali'nin yoluna serim veririm
Seversen Ali'yi değme yarama
Ali'nin yarası yar yarasıdır
Buna merhem olmaz dil yarasıdır
Ali'yi sevmeyen Hakk'ığn nesider
Seversen Ali'yi değme yarama
Bu yurt senin değil konup göçersin
Ali'nin dolusun bir gün içersin
Körpe kuzulardan nasıl geçersin
Seversen Ali'yi değme yarama
Ilgıt ılgıt oldu akıyor kanım
Kem gelde didara talihim benim
Benim derdim bana yeter ey canım
Seversen Ali'yi değme yarama
Pir Sultan Abdal'ım deftere yazar
Hilebaz yar ile olur mu pazar
Pir merhem çalmazsa yaralar azar
Seversen Ali'yi değme yarama
26.
Ne güzelce muradıma ererken
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Al yanaktan kırmızı gül dererken
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Demir kafeslerdir benim durağım
Yanar iken yanmaz oldu çırağım
Gün be gün artıyor derdim firakım
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Yaz gelince yazı yaban yurt olur
Ak sürüye kara koyun kurd olur
Sevip sevip ayrılması derd olur
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Yaz gelince atlar çıkar çayıra
Kadir mevlam sevdiğini kayıra
Meğer beni senden ölüm ayıra
Felek beni nazlı yardan ayırdı
Pir Sultan Abdal'ım dağları aşam
Aşam aşam ırmaklara karışam
Hiç başına gelen var mı danışam
Felek beni nazlı yardan ayırdı
27.
Hazreti Ali'nin devri yürüye
Ali kim olduğu bilinmelidir
Alay alay gelen gaziler ile
İmamların öcü alınmalıdır
Kendin teslim eyle bir serçeşmeye
Er oldur ki yarın senden şaşmaya
Bir munafık bin gaziye düşmeye
Din aşkına kılıç çalınmalıdır
Yeryüzünü kızıl taçlar bürüye
Munafık olanın bağrı eriye
Sahib-i zamanın emri yürüye
Sultan kim olduğu bilinmelidir
Çağırırlar filan oğlu filana
Ne itibar Yezid kavli yalana
Kılıcın arştadır doğru gelene
Ya ser verip ya ser alınmadır
Pir Sultan Abdal'ım ey Dede Himmet
Kendine cevr etme aleme rahm et
İstanbul şehrinde ol sahib devlet
Tac-ı devlet ile alınmalıdır
28.
Gelin özümüze sitem uralım
Hile ile hurda ile hal olmaz
Hakkın divanına nice varalım
Hak katında yalancıya yer olmaz
Yine gerçeklerden açtık kapuyu
Bir pirin önünde kıldık tapuyu
Arı birlik ile yapar yapuyu
Birlik ile bitmeyende bal olmaz
Erenler gafletten kalktı uyandı
Gerçeklerin nefesine boyandı
Bu yolun içine girde uyandı
Be gaziler bunda hiç vebal olmaz
Ali kulu olan Hak'tan utana
Var pazarlık ile cevher satana
Bu yolun içinde riya tutana
Sürün gitsün dört kapuda yer olmaz
Pir Sultan'ım eydür kalbimiz nurdur
Müminler gözlüyse munafık kördür
Erenlerin yolu kadimdir birdir
Her tepenin başında da yol olmaz
29.
Bülbül olsam gül dalında şakısam
Öz bağında biten gül neme yetmez
Süleymanın kuş dilinden okurum
Bana talim olan dil neme yetmez
Derviş oldum pir eteğin tutarım
Hakka doğru çekilmiştir katarım
Baykuş gibi garip garip öterim
Issız viraneler çöl neme yetmez
Aşk kitabın ele aldım yazarım
Yolum Hakka doğru meylim nazarım
Neme gerek dağı taşı gezerim
Karşıda görünen yol neme yetmez
Dünyanın ötesi neden malumdur
Anın da aslına eren alimdir
Az yaşa çok yaşa sonu ölümdür
Bana hırkayla şal çul neme yetmez
Pir Sultan'ım sırrım kimseler bilmez
Tevekkül malını erteye koymaz
Kişi kısmatından artuğun yemez
Bana kısmat olan mal neme yetmez
30.
Hacı Bektaş tekkesinin dışında
Dediler bir suna aştı yalınız
Ayrılmışlar yaranından eşinden
Dediler bir suna aştı yalınız
Eşinden ayrıldı Bektaş'a vardı
Kuru göllerde çok savaşlar kıldı
Ayrılık haberin Mucur'dan aldı
Dediler bir suna aştı yalınız
Geçti m'ola Kızılırmak boyunca
Çeken bilir ayrılığı doyunca
Ayrılmıştır On İki İmam soyunca
Dediler bir suna aştı yalınız
Aştı m'ola Kırlangıç'ın belini
Avcı rast gelirse yolar telini
Arzulamış gider dostun elini
Dediler bir suna aştı yalınız
Pir Sultan Abdal'ım gönlümüz paslı
Tutu kumru gibi kafeste besli
Hünkâr Hacı Bektaş Veli'dir nesli
Dediler bir suna aştı yalınız
31.
Yürü bre Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
O da bir gün dev (i)rilir
Nemrud gibi Anka n'oldu
Bir sinek havale oldu
Davamız mahşere kaldı
Yarın bu senden sorulur
Şahı sevmek suç mu bana
Kem bildirdin beni Hana
Can için yalvarmam sana
Şehinşah bana darılır
Hafid-i Peygamber'im has
Gel Yezid Hüseynimi kes
Mansur'um beni dâra as
Ben ölünce il durulur
Ben Musa'yım sen Firavun
İkrarsız Şeytan-ı lain
Üçüncü ölmem bu hain
Pir Sultan ölür dirilir
32.
Dağdan kütür kütür hezen indirir
İndirir de ataşlara yandırır
Her evin devliğin öküz döndürür
İreçberler hoşça tutun öküzü
Öküzün damını alçacık yapın
Yaş koman altını kuruluk sepin
Koşumdan koşuma gözünden öpün
İreçberler hoşça tutun öküzü
Pir Sultan'm der ki kaynar coşunca
Tekne hamur kalmaz ekmek pişince
Adem At (a) öküzün çifte koşunca
İreçberler hoşça tutun öküzü
33.
Gidi Yezid bize Kızılbaş demiş
Meğer Şah'ı sevmiş dese yoludur
Yetmiş iki millet sevmezler şahı
Biz severiz Şah'ı Merdan Ali'dir
Kırkımız da bir katara dizildik
Hak Muhammed ümmetine yazıldık
Hakikat şerbeti olduk ezildik
Biz içeriz bize sunan Ali'dir
Gidi Yezid bizler haram yemedik
Batındaki gördüğümüz demedik
İkrar birdir dedik geri dönmedik
Yedileriz birincimiz Ali'dir
Muhammed dinidir bizim dinimiz
Tarikat altından geçer yolumuz
Hem Cibril-i Emin'dir rehberimiz
Biz müminiz mürşidimiz Ali'dir
Pir Sultan'ım Nesimi'dir pirimiz
Evvel kurban ettik Şah'a serimiz
On İki İmam meydanında dârımız
Biz şehidiz serdarımız Ali'dir
34.
Emek çektim bir ev yaptım erenler
Yine bu güzele bildiremedim
Bahar geldi çiçek bitti ot bitti
Toprak güldü taşı güldüremedim
Önüne rehber almıştır kadıyı
Gelir kitabın okuyu okuyu
Burhan ile buldum yetmiş ikiyi
İkisin bir kaba sığdıramadım
Yüreğimde belli belli yaralar
Şeytan kalbin almış gözün köreler
Hakka niyaz eylemeye ar eyler
Eğilip bir secde kıldıramadım
Hu demine bir ikrarı güdenin
Tuh yüzüne ikrarından dönenin
Pir Sultan'ım munafıkın nadanın
Gönül aynasını sildiremedim
35.
Hızır Paşa bizi berdar etmeden
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Siyaset günleri gelip yetmeden
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Gönül çıkmak ister Şah'ın köşküne
Can boyanmak ister Ali müşküne
Pirim Ali On İki İmam aşkına
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Her nereye gitsem yolum dumandır
Bizi böyle kılan ahd ü amandır
Zincir boynum sıktı haylı zamandır
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Ilgın ılgın eser seher yelleri
Yare selam eylen Urum Erleri
Bize Peyik geldi Şah bülbülleri
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Çıkarım bakarım kale başına
Mümin müslümanlar gider işine
Bir ben mi düşmüşüm can telaşına
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Yaz seli gibiyim akar çağlarım
Hançer alıp ciğerciğim dağlarım
Garip kaldım şu arada ağlarım
Açılın kapılar Şah'a gidelim
Pir Sultan'ım eydür mürvetli Şah'ım
Yaram başverdi sızlar ciğergahım
Arşa direk direk de olmuş ahım
Açılın kapılar Şah'a gidelim
36.
Ben de şu dünyaya geldim geleli
Emanetten bir don giymişe döndüm
Sahibi çıktı da elimden aldı
Koru yerde koyup yaymışa döndüm
O yar geldi geçti geri bakmadı
Hendekler kazdırdım sular akmadı
Çok yuva bekledim cücük çıkmadı
Boş yuva beklemiş yoz kuşa döndüm
Pir Sultan Abdal'ım bu dünya fani
Baştan başa kim sürdü bu devranı
Yarin bir çift sözü üşüttü beni
Yüce dağ başında buymuşa döndüm
37.
Sofi mezhebimi niye sorarsın
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Gözlüye gizli olmaz ne ararsın
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Eğnimize biz kırmızı giyeriz
Halimizce biz de mana duyarız
İmam Cafer mezhebine uyarız
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Her kulun çırağın yaksa Hak yakar
Mümin olanları katara çeker
Aslımız On İki İmam'a çıkar
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Muhammed Ali'dir Kırkların başı
Anı sevmeyenin nic'olur işi
Yezid'e lanetle atalım taşı
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Biz tüccar değiliz alıp satmazız
Erenler malına hile katmazız
Gönlümüz geniştir biz kin tutmazız
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
İlkbaharda açılmıştır gülümüz
Hakkin dergâhına gider yolumuz
On İki İmamı okur dilimiz
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
Pir Sultan'ım söyler ganidir gani
Evveli Muhammed ahırı Ali
Anlardan öğrendik erkânı yolu
Biz Muhammed Ali diyenlerdeniz
38.
Gelin canlar bir olalım
Münkire kılıç çalalım
Hüseyn'in kanın alalım
Tevekkeltü taalallah
Özü öze bağlayalım
Sular gibi çağlayalım
Bir yürüyüş eyleyelim
Tevekkeltü taalallah
Açalım kızıl sancağı
Geçsin yezitlerin çağı
Elimizde aşk bıçağı
Tevekkeltü taalallah
Pir Sultan'ım geldi cuşa
Münkirlerin aklı şaşa
Takdir olan gelir başa
Tevekkeltü taalalla
Pir Sultan'ın Hacı Bektaş Dergâhı'na Bağlılığı
Pir Sultan zaten Hacı Bektaş Veli Dergâhı'ndan el almış, Pir Balım Sultan elinden dolu içmiştir. Dergâh eşiğine yüz sürdüğünü belirttiği nefesten anlaşıldığı üzere, Balım Sultan sağdır.
Pir Sultan'ın Piri, C. Öztelli'nin ileri sürdüğü gibi, iki şiirinde adı geçen kesinlikle “Hasan Efendi” olamaz.
Hasan Efendi postunda oturur
Rumun abdalları hizmet yetirir
Zemheride deste gülü getirir
Hacı Bektaş Veli Sultan Balım var
Bu dörtlüğün geçtiği nefeste Pir Sultan Abdal, Hacı Bektaş Veli ve Balım Sultan'a sevgisini anlatmaktadır. Üstelik şiirin sonunda ``Pir Sultan'ım biat ettik ol erden'' demektedir. Bir başka şiirinden, Hasan Efendi'nin Koyun Baba Tekkesi postnişini olduğu da rahatlıkla çıkarılabildiğine göre (bkz. Cahit Öztelli, agy, s. 38-39 ve 190), onu Hacı Bektaş Dergâhı'na halife yapmak zorlamadan başka birşey değildir. C. Öztelli, Pir Sultan'ın asılma tarihini 1617'lere kadar yaklaştırdığı için bu zorlamayı yapmış olmalıdır.
Hasan Efendi, Dergâh'ta yapılan Cem'lerde 12 hizmet postlarından birinde oturmuş olabilir. Hatta Pir Sultan'ın kendisi bir nefesinde, “Ayn-ı Cem'in bülbülüyüm” dediğine bakılırsa o da, saz çalıp deyiş okuyan “Zakir” postunda oturmuştur.
Arzuladım sana geldim
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Eşiğine yüzler sürdüm
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Pir elinden dolu içtim
Erenler demine düştüm
Ak cenneti gördüm geçtim
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Kırk Budak'ta şema yanar
Dolusun içenler kanar
Abdalları semah döner
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
(...)
Balım Sultan er köçeği
Keser kılıncı bıçağı
Cümle erenler gerçeği
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Pir Sultan'ım gerçek veli
Erenlerden çekmem eli
On'ki imamın serveri
Hünkâr Hacı Bektaş Veli
Hacı Bektaş Veli, onun dilinde hem Muhammed Mustafa, hem Haydar-ı Kerrar'dır (Ali'dir). Gerçek Şah odur:
Firdevs-i ala'da bir yanal elma
On sekiz bin alem nuru dediler
Muhammed Mustafa Haydar-ı Kerrar
Hünkâr Hacı Bektaş Veli dediler
(...)
Pirim der ki Bektaşiyim Bektaşi
Size nasip veren ol nasıl kişi
Sıkar un ederdi örs gibi taşı
Budur cümlesindenh ulu dediler
(...)
Evvel Ali'ydi sonra sonra Veli oldu
Yol erkân bir zaman batında kaldı
Urum ellerinden nameler geldi
Budur Hakk'ın doğru yolu dediler
Pir Sultan'ım eydür Şah'ım Veli'dir
Cihanı bürüyen onun nurudur
Şüphesiz ki Hak Muhammed Ali'dir
Bilmeyene Mülcem soyu dediler
Pir Sultan Abdal Hacı Bektaş kapısından, yani Dergâh'dan medet-mürvet bekliyor. Hacı Bektaş Veli'yi “Pirlerin Piri ve Şahların Şahı” olarak niteliyor:
Sensin bizim zahir batın ulumuz
Aman medet mürvet Pir Hacı Bektaş
Her taraftan sana çıkar yolumuz
Ali'sin bir adın var Hacı Bektaş
Seni sevdik senden yana yakıldık
Münkirlerin kesretinden sıkıldık (kesret : çokluk)
Herbirimiz künc-i gamda takıldık (künc-i gam: gam köşesi)
Yetiş bu imdada er Hacı Bektaş
Pirlerin pirisin yok sana teki
Müminin canısın münkirin şeki
Zahirde batında değilsin iki
Yetmiş üç milletsin bir Hacı Bektaş
Şahların şahısın zat-i Ali'sin
Her ilmin kânısın Şah-ı Veli’sin
Abdal Musa kendi Kızıl Deli'sin
Abdalların başı der Hacı Bektaş
Pir Sultan Abdal’ım sana dayandım
Uyur idim hizmetimden uyandım
Her isteyenlere verdin inandım
Benim de muradım ver Hacı Bektaş
Görüldüğü gibi, Pir Sultan Abdal Hacı Bektaş Veli'den manevi destek diliyor. Bir başka şiirinde Hacı Bektaş Dergâhı’ndan “nasip alır da var, almaz da” derken, onları Dergâh'a bağlayıp “irfan defterine yazdırmak” amacında olan Pir Sultan, “gelmezleri, görmezleri, bilmezleri” birliğe çağırır:
Evvel bu dergâhtan nasip
Alan da var almaz da
Tarikate kadem basıp (kadem: ayak)
Gelir de var gelmez de
Sazını almış destine
Hizmet ederdi dostuna
Ahd ile ikrar üstüne
Durur da var durmaz da
Olayım der isen Hızır
İrfan defterine yazıl
Hak her yerde hazır nazır
Görür de var görmez de
İçin bizim dolumuzdan
Çıkman sakın yolumuzdan
Pir Sultan'ım halımızdan
Bilir de var bilmez de
Pir Sultan Abdal, Dergâh'ta birliğe çağrı yaparken koşulları, kuralları da tek tek açıklıyor. Yoksa “sürerler dergâhtan haller nic'olur” korkusunu çekiyor, anımsatıyor baştan. Kendisi Şah’ın, yani Hacı Bektaş'ın “aciz kuludur”, öyle görüyor:
Pir Sultan'ım kemter kuldur Şah'ına
Hünkâr Hacı Bektaş nazargahına
Deli gönül hak ol düş Dergâh'ına
Er olayım dersen er ile görüş
Aksi takdirde:
Pek imiş kurulmaz feleğin yayı
Ezelden sunulur aşığın payı
İki dinli yüzlü yüze gülücü
Sürerler Dergâh'tan haller nic'olur
Er değildir er nefesi tutmayan
Er pislik temiz etmeyen
Özünü rızaya teslim etmeyen
Sürerler Dergâh'tan haller nic'olur
Erenler kabul eylemez yalanı
İçi sual olup dışı güleni
Evvel ikrar verip sonra güleni
Sürerler Dergâh'tan haller nic'olur
Pir Sultan’ım ihlas çağır Pir'ine
Yerler gökler inler ah ü zarına
Mümin olan çıkar Hak divanına
Sürerler Dergâh'tan haller nic'olur
Pir Sultan Abdal inanmıştır ki, Pir önünde gerçeklerden söz açılır. Ama “yapı birlik ile yapılır”.
Yine gerçeklerden açtık kapuyu
Bir Pir'in önünde kıldık tapuyu
Arı birlik ile yapar yapuyu
Birlik ile bitmeyende bal olmaz
Pir Sultan’ım eydür kalbimin nuru
Müminler gözlüyse münafık kördür
Erenlerin yolu kadimdir birdir
Her tepenin başında da yol olmaz
Pir Sultan Abdal, hem şöyle sorar:
Muhammed Ali neslinden kim kaldı
Kim var Hacı Bektaş Veli'den gayrı
Onulmaz yaraya merhem kim sardı
Kim var Hacı Bektaş Veli'den gayrı
Hem de soruşturmasına yine kendisi yanıt verir:
Çok şükür olsun Hüda'nın demine
Hacı Bektaş Veli Sultan Balım var
Mehdi evsafı eyledim temine
Hacı Bektaş Veli Sultan Balım var
(...)
Bir güneş doğdu dünyanın yüzüne
Âşıkların nur göründü gözüne
Cümle canlar niyaz etti özüne
Hacı Bektaş Veli Sultan Balım var
Pir Sultan’ım biat ettik ol erden
Muhabbet kokusu geliyor serden
Katarından ayırma Şah-ı Merdan
Hacı Bektaş Veli Sultan Balım var
Anadolu'nun yetiştirdiği ve Aleviliğin Yedi Ulu'sundan biri olan büyük ozan, artık Hacı Bektaş Dergâhı'nda daha önce oturmuş ve oturmakta olanların ve Bektaşilerin açık yürekli propagandası içindedir.
Artık Pir Sultan'a göre “devir Bektaşilerindir”. Öyleyse “sevdalı, bade süzen, dünyayı gezen, sırlarına güç erilen ama arifler arifi ve hak yoluna canlarını kurban etmekten çekinmeyen Bektaşiler” derlenip toparlanmalıdır.
Sevda çekmek şanlarıdır
Gizlice erkânlarıdır
Hak yoluna canlarıdır
Kurbanı Bektaşilerin
Onlar Horasan'ı gezer
Demkeş olur bade süzer
Seyyah olup daim gezer
Sultanı Bektaşiler'in
Sırlarına güç erilir
Remizleri geç bilinir
Üstad olan Pir seçilir
Hünkârı Bektaşilerin
Arifler arifi gelir
Arife tarif vız gelir
Uzak yakın hep bir gelir
Hassına Bektaşilerin
Pir Sultan’ım bu ne demek
Yerde insan gökte melek
Hiç cahile çekme emek
Devridir Bektaşilerin
Sanki bu derleniş için “Rum (eli)’u fetheden Kırklar serdarı Şah Kızıl Deli'yi (Seyyid Ali Sultan'ı) imdada” çağırmaktadır.
Şah-ı Merdan Ali kurdu bu yolu
Hazreti Fatıma cihanın gülü
Evvel Seyyid Ali aldı yürüdü
Kırkların serdarıdır Kızıl Deli
Pir Sultan'ım eydür sancak getiri
Zemheride gonca güller bitiri
Kalenin altın üstüne getiri
Rum'un fethin eden Şah Kızıl Deli
***
Hey erenler evliyalar serveri
Himmet eyle bize Şah Seyyit Ali
Tarık-ı Naci'nin sensin rehberi
Himmet eyle bize Şah Seyyit Ali
Pir Sultan'ım eydür yola âşıkız
Ta ezelden böyle kalbi sadıkız
Severiz ey Şah'ım kalbi sadıkız
Rahmet eyle bize Şah Seyyit Ali
Pir Sultan Abdal'ın, 1514 Çaldıran felaketi öncesi tek güvendiği ve peşinden koştuğu Şah, Şah İsmail Hatayi idi. Kendilerini ancak, 13-14 yıl önce Anadolu Alevi Türkmen boylarının yardımıyla Safevi Devletini kuran Şah İsmail kurtarabilirdi. “Urum'da (Anadolu'da) ağlayan sefilleri, o şad eder (sevindirir)” ve güldürebilirdi.
Hak'tan inayet olursa
Şah Urum'a gele birgün
Gazada bu Zülfikar'ı
Kâfirlere çala birgün
Hep devşire gele iller
Şah'a köle ola kullar
Rum'da ağlayan sefiller
Şad ola da güle bir gün
Çeke sancağı götüre
Şah İstanbul'da otura
Firenk'ten yesir getire
Horasan'a sala bir gün
Gülü Şah'ın doğdu deyü
Bol ırahmet yağdı deyü
Kutlu günler doğdu deyü
Şu alem şad ola birgün
Mehdi Dede'm gelse gerek
Ali divan kursa gerek
Haksızları kırsa gerek
İntikamın alsa gerek
Pir Sultan’ın işi ahtır
İntizarım güzel Şah'tır
Mülk iyesi padişahtır
Mülke sahip ola bir gün
Bizzat nasip aldığı Piri Balım Sultan'ın o dönemdeki anlaşmacı gördüğü tavrından olacak, “Hacı Bektaş evladını günahkar görüp” Şah İsmail'e sıkıca bağlı görünüyor. Fakat, Çaldıran yenilgisi ve büyük Kızılbaş kırımının ardından Pir Sultan Abdal'ın bütün gücüyle Hacı Bektaş Dergâh'ına sarıldığını anlıyoruz.
Pir Sultan'ın Çaldıran öncesi ve sonrası yapılan kırımdan kurtulması, Divriği-Arapkir-Kemaliye ilçelerinin ortak otlağı olan Sarı Çiçek Yaylası'nda Koca Haydar adıyla bir zaman gizlenmiş olmasına bağlanabilir. (Bkz. Cahit Öztelli: Pir Sultan Abdal, s. 30-31)
Yine Sarı Çiçek Yaylası'na çok yakın, Arapkir ilçesinin sınırları içerisinde bulunan Onar köyündeki Şeyh Hasan Oner türbesi ve zaviyesini ziyaret ettiği ve orada konukladığını belirleyen bir nefesi günümüze gelmiştir. Bu nefeste Şeyh Hasan'a yalvarmakta, “zulümat (karanlık) içinde ve darda bulunduklarını” açıklayarak, evliyadan “imdat!” istemektedir. Aşağıya aldığımız uzun şiirinde, Pirini arayan Kul Himmet'in de yardım dilediği; 1204-5’de Bağdad halifesi Nasir tarafından Anadolu’da üst düzey Ahiliği kurmak, yani Selçuklu Sultanına Fütüvvet kuşağı bağlamak ve şalvarı giydirmek için gönderilen büyük Şeyhler arasında bulunan ve 1220’lerde ise bu bölgeye yerleşen Şeyh Hasan Onar, Bayad Türkmenlerindendir. Ve adı geçen köyde bir zaviye kurarak bölgeyi yurt tutan bir Şeyh-Beg olduğu bilinmektedir. (Geniş bilgi için bkz. İsmail Kaygusuz: Onar Dede Mezarlığı ve Şeyh Hasan Oner. İstanbul 1983; İsmail Onarlı: Şeyh Hasan Aşireti-Anayurttan Anadolu’ya. İstanbul 2001 ve İsmail Kaygusuz’un aynı kitaba yazdığı “Şeyh Hasan, Bölgesinin Ulu Evliyasıdır” başlıklı tanıtım yazısı) Köyün yaşlıları ve Dede’lerinden derlediğimiz nefes şöyledir:
Bir gececik mihman oldum Onar'a
Aman Onar Dede sen imdat eyle
Özümü bağladım ol nazlı Pir'e
Aman Onar Dede sen imdat eyle
Adın Şeyh Hasan'dır hem derik Oner
Elbet er olanda bulunur hüner
Adını işiden secdeye iner
Aman Onar Dede sen imdat eyle
Kimimiz dardadır kimimiz yolda
Kimi zulümatta kandadır kanda
Tut elimiz' koyma bizi dar günde
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle
Dört duvar üstüne binasın' kuran
Mahrum kalmaz eşiğine yüz süren
Horasan elinden azmedip gelen
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle
Kalkıp Horasan'dan sökün edensin
Urum diyarını mekân tutansın
Çağıranın imdadına yetensin
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle
Pir Sultan'ım düşmüş dürür cüdaya (cüda: ayrı, ayrılmış)
Halim' arzedeyim Bar-i Hüda'ya (Bari: yaratıcı)
Canım kurban olsun Onar Dede'ye
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle
1516 ya da 1518 yılında Balım Sultan'ın ölümüyle Mürşid postuna oturmuş olan Kalender Şah'ın kişiliğinde Alevi-Bektaşi halk yığınları liderini bulmuştur. Kalender Şah'ın yukarıda aktardığımız şiirinde görüldüğü gibi, Şah İsmail Hatayi'nin de bir bakıma buna onayı vardır.
Pir Sultan, aşağıdaki nefeste Kalender Şah'a seslenmektedir. “Aman mürvet” diyerek onun kapısına gelmiş, Pir'inin huzurunda özünü dâr'a çekmiş, hatalarını bir bir saymaktadır. Kendini düşkün görüp, Pir'ine yalvarmaktadır. Hatta vaktiyle “Hacı Bektaş oğlunu (Balım Sultan kastediliyor olmalı) günahkar” görüp (Dergâh'tan) uzaklaşmasından dolayı kendi kendine “yüzü kara” (iftiracı) nitelemesini yakıştırmaktan bile çekinmiyor. Pir Sultan Abdal, Pir Meydanı'nda özü dârda, müthiş bir özeleştiri vermektedir:
Zahir batın On'ki İmam aşkına
Aman Şah'ım mürüvvet deyü geldim
Pirim nazar eyle şu ben düşküne
Aman Şah'ım mürüvvet deyü geldim
Bakmaz mısın cesedimin nârına
Elim ermez oldu cihan kârına
Yüzüm yerde geldim durdum dârına
Aman Şah'ım mürüvvet deyü geldim
Hacı Bektaş oğlun günahkar gördüm
Aradım isyanımı özümde buldum
Yüzümün karasın elime aldım
Aman Şah'ım mürüvvet deyü geldim
Erenler yolundan bir taş kaldırdım
Gönül bahçesinde gülün soldurdum
Bugün eksikliğim nefsi öldürdüm
Aman Şah'ım mürüvvet deyü geldim
Pir Sultan’ım eydür karşımda durma
Gidip münkirlerle yol erkân kurma
Alnımın karasın yüzüme vurma
Aman Şah'ım mürüvvet deyü geldim
Pir Sultan Abdal kendini Şah'ına, yani Piri Kalender Sultan'a bağışlattırdıktan sonra, nefeslerini, düvazlarını en etkin propaganda silahı olarak kullanmaya başlamıştır. Sazı elinde sözü dilinde dağlar aşmakta, ülkeyi köy köy, oba oba dolaşmaktadır. Artık Kalender; Şah'tır, Sultan'dır, Hacı Bektaş ve dört gözle beklediği Ali'dir O. Onun kişiliğinde Hacı Bektaş Veli'yi gördüğünü Pir Sultan Abdal şöyle dile getirir:
Kuş olup güvercin donunu geyen
Uyan dağlar uyan Ali'm geliyor
Mucizatın cümle aleme bildiren
Uyan dağlar uyan Ali'm geliyor
(...)
Pir Sultan Abdal’ın cisminde cansın
Gönlümün evinde kurulu hansın
Urum'un içinde sen bir Sultan’sın
Uyan dağlar uyan Ali'm geliyor
Kalender Şah’ın kurtarıcı lider olarak gelmekte olduğunu bildirirken, çekimser duranlara ve korkanlara güven veriyor. Onları bıkmadan-usanmadan, toparlanıp ayaklanmaya çağırıyor:
Muhammed Mehdi'nin hak sancağını
Çekelim bakalım nic'olursa olsun
Teber çekip münkirlerin kanını
Dökelim bakalım nic'olursa olsun
(...)
Münkirlerin sarayını yıkalım
Yıkalım bakalım nic'olursa olsun
***
Serden başka benim sermayem yoktur
Verelim gaziler İmam aşkına
***
Gelin canlar bir olalım
Münkire kılıç çalalım
Hüseyn'in kanın alalım
Tevekkeltü Taalallah (= Tanrıya dayandım-yaslandım)
Mervan soyunu vuralım
Padişahı öldürelim
Hüseyn'in kanın alalım
Tevekeltü Taalallah
Açalım kızıl sancağı
Geçsin Yezit'lerin çağı
Elimizde aşk bıçağı
Tevekkeltü Taalallah
Şah'ının ve evlatlarının, yani Alevi-Bektaşi halk yığınlarının maddi-manevi gücünü açıklama gereği duyup, çatlak sesleri susturma yollarına da başvuruyor:
Arkası yok deme Şah'ım (ın) oğlunun
Zahirde batında yüzbin er vardır
Ondört masum ile Oniki İmam
Yanınca Muhammed'le Ali vardır
Önümüzce Rabbim sözüm pişirir
Yaramaz sofular Şah'ı şaşırır
Dervişler ar'oldu çiçek devşirir
Arının gömecinde balı vardır
Oddan kılıçtan keskindir gülbengi
Kırmızıdır donu hem aldır rengi
Renginde dürüm dürüm alı vardır
(...)
Pir Sultan'ım der ki vaktın beklesin
İkrarını mümin olan haklasın
Arif olan kalb evine saklasın
Erenlerin çok gizli yolu vardır
Pir Sultan Abdal “el-gün arasına düşmüş”, toplu halde “köpüklenmiş sel gibi aşıp giderlerken” biraz kuşkulu, ama büyük umutlar içinde Şah'ın yollarındadır.
“Engürü dağından” çok ötelerde değildir, Dergâh ve başındaki Pir Kalender Şah. Dolayısıyla toprağını, yurdunu en güzel, en içten duygularla tanımlamış olduğu aşağıdaki şiirine “birçok kimse ile birlikte Pir Sultan'ın İran'a, Şah'a giderken söylediği” yorumunu yapmak gerekmiyor. Engürü dağından (Ankara yöresinden) İran Şahı'nın yolu mu sorulur? (Bkz. C. Öztelli, agy, s. 67, dipnot 2) Ayrıca, şiirin içine, İran tahtında birincisi 1587 yılından sonra görünen “Ala dağ ardındaki Şah Abbas” ifadesi çok sonradan girmiştir. Aşağıda görüleceği gibi söz konusu dörtlük, Pir Sultan Abdal'ın nefesinin genel havasına da kesinlikle uymamaktadır.
Engürü dağından bir yol azıttım
Acap Şah'a giden yollar bu m'ola
Sarardı gül benzim döndü aynaya
Acap Şah'a giden yollar bu m'ola
Nice pınarım var dolar eksilir
Ardıç dallarına gök tekeler asılır
Gırcılı boran tutmuş beller kesilir
Acap Şah'a giden yollar bu m'ola
Merdindendir deli gönlüm merdinden
Ala Dağ ardından Şah Abbas yurdundan
Kanlı yaş akıttım Şah'ın derdinden
Acap Şah'a giden yollar bu m'ola
Nice pınarım var üstü bovalı (bentli)
Taşı kimyalı da toprağı dualı
Kayalarımız var şahin yuvalı
Acap Şah'a giden yollar bu m'ola
Pir Sultan Abdal'ım coşup giderim
El-gün arasına düşüp giderim
Köpüklenmiş selim taşıp giderim
Acap Şah'a giden yollar bu m'ola
Pir Sultan Abdal'ın “Şah'a gider ben bir bezirgân gördüm” diye başlayan nefesinde “bezirgân” ve “katar” birer simgedir bizce. Üstü örtülü olarak, bezirgân, Kalender Şah'ın yükselttiği isyan katarına çağrıdır. Kendisi de artık o katarın ayrılmaz eridir. Çünkü bu katar “hemen hakikatın yolunu tutmuştur. ” “Ona hizmet eden ancak Dergâh'a yeter”. Ayrıca “Bezirgân yükünü Yemen'den tutmuş” betimlemesi, Kanuni döneminde Osmanlı'ya Yemen'in iç kısımlarını kaybettiren Zeydi ayaklanmalarını anımsatmakta ve çok gezmiş olan Pir Sultan'ın oralara kadar uzanmış olduğunu düşündürmektedir. Katar çok güçlüdür; ona kâretmez Osmanlı haramisi. Şu dünyada çekilen vefasızlıktan kurtulmak için tek fırsat, bezirgânın katarına girmektir.
Şah'a gider ben bir bezirgân gördüm
Ayrılmam katardan ben şimden geri
Hemen tutmuş hakikatin yolunu
Ayrılmam katardan ben şimden geri
Bezirgân yükünü Yemenden tutmuş
Ona hizmet eden Dergâh'a yetmiş
(...)
Bezirgânın yükü lal ile gevher
Ona kâr mı kılar harami safder
(...)
Şu yalan dünyada ne bulduk vefa
Fırsat elde iken giregör safa
(...)
Pir Sultan Abdal'ım âşıkı çoklar
Hiç kardaş bulmamış kend'özün saklar
Korktuğumuz yerden yaradan saklar
Ayrılmam katardan ben şimden geri
Artık zamanı gelmiştir. Kalender Şah Ali'liğini göstermelidir ki “Ali kim olduğu bilinsin”.
O Şah'ına, yukarıdaki nefeslerinde görüldüğü gibi hem “Ali” hem “Hacı Bektaş” diyordu. Erenler evliyalar serçeşmesi Hacı Bektaş Veli ise, torunlarından Kalender Şah da serçeşmedir. Şu halde “kendini teslim et bu ser çeşmeye” diyor Pir Sultan.
Ama onun asıl istediği, tüm Anadolu Alevileri ve de ezilen halklar adına dileği “Hazreti Ali'nin devrinin yürümesi ve yeryüzünü kızıl taçların bürüyerek İstanbul şehrinin alınmasıdır”.
Hazreti Ali'nin devri yürüye
Ali kim olduğu bilinmelidir
Alay alay gelen gaziler ile
İmamların öcü alınmalıdır
Kendini teslim et bu Serçeşme'ye
Er odur ki birisinden şaşmaya
Bin gaziye bir münafık düşmeye
Din aşkına kılıç çalınmalıdır
Çağırırlar filan oğlu filana
Kılıcı arştadır doğru gelene
Ne itibar yezit kavli yalana
Ya ser verip ya ser alınmalıdır
Yeryüzünde kızıl taçlar bürüye
Münafık olanın bağrı eriye
Sahib-i zamanın emri yürüye
Mehdi kim olduğu bilinmelidir
Pir Sultan Abdal’ım ey Dede Dehman
Kendini çevir de andan gel heman
İstanbul şehrinde ol sahib-zaman
Tac ü Devlet ile salınmalıdır
Pir Sultan Abdal'ın "Dede Dehman, Dehmen''ı (doğrusu Dih-man-İ. K.) hakkında C. Öztelli'nin P. N. Boratav'dan kaynaklanarak yazdığı “Dede Dehmen, Şah Tahmasb'ın adıdır” (C. Öztelli, agy, s. 139) yorumu bizce burada uygun değildir. Bu, Pir Sultan'ı İran Şahı'na bağlamak için zorlama bir yorum olurdu. Pir Sultan Abdal'ın “mihman canlar bize safa geldiniz” şiirindeki bir dörtlüğü biz, bizzat Dede olan babamızdan aşağıdaki biçimde dinledik:
Misafir kapının iç kilididir
Ev sahibi ise anın dilidir
Mehman Muhammed'dir dehman Ali'dir
Mihman canlar bize safa geldiniz
Ayrıca Kul Hüseyin:
Hak ileridedir geride sanma
Münezzeh şehrinde mihman bizimdir
Mümin kullar mabuduna tapmıştır
Ali Keramullah dehman bizimdir
Mihman Haktır dehman Ali demişler
Didar arzulayan veli demişler
İşte budur Allah kulu demişler
Nur alem nuruyla devran bizimdir
Hemen anlaşılacağı üzere bu ifadeler, “konuk Hak'tır, Muhammed'dir, yani onların makamındadır; karşılayan, yani evsahibi de Ali'dir” anlamını taşımaktadır. Birincisinde, dolaylı olarak Muhammed'in Kırklar'a konukluğu ve Ali'nin onu karşılaması anımsatılmaktadır. Yani, yukarıdaki nefesinde Pir Sultan Abdal, Ali olarak gördüğü ve nitelediği Kalender Şah'a, “Dede Dehman” diye hitap etmesi oldukça doğaldır
-
Pir Sultan Kalender Şah'ın Huzurunda Özünü Dâra Çekiyor